www.okulumubuldum.tr.gg
  kitap özetleri
 

             DOMANİC DAĞLARININ YOLCUSU
    Şüküfe NİHAL çeşitli gazetelerde çıktığı yurt gezilerine dair izlemlerini yayımlardı.Geziler onun sanatını zenginleştirici bir malzeme teşkil etmenin ötesinde, ideallerini örneklerle seslendirme imkanıda  sağlıyordu. 
Çıktığı bu yurt gezilerinin birini bir roman kurgusu ile şekillendirerek domaniç dağlarının yolcusu(bir yurt gezisi adıyla)1946 yılında kitaplaştırmıştır.Eser  aynı yıl Şakir SIRMALI yönetmenliğinde''domaniç yolcusu'' adıyla fiilmede aktarıldı
                           
KİTAP NELERİ ANLATIYOR
  İstiklal savaşı sırasında ine göl topraklarıyla bir büyük facia geçirmiş  domaniç dağlarından inen bir köylü kadını düşmana yol göstererek vatana ihanet eden oğlunu silahla iki kaşının arasından vurarak yere sermiş.
iki satir kısaltılan bu olay bir roman ,bir destan konusu olabilecek kadar geniş... bir türk kadınının yüksek vatan terbiyesini, inancını anlattığı için,kadın tarihimizin sayfalarına yeni bir ün katacak kadar yiğitçe... sevgili çocuğun yere seren kahraman annenin ruh halini,domaniç dağlarına giderken ve gittikten sonra yaşadıklarını anlatıyor
ŞÜKÜFE NİHAL

                             İKİ DÜŞMAN AİLE
     ingilteren'nin eski zamanlarında neler olduğunu  öğrenmek, biraz da heyecan  yaşamak isterseniz bu kitabı okuyunuz..
uçsuz bucaksız güzelliklerle dolu bu dünyada,savaşın ve öldürmanin ne kadar anlamsız olduğu;sorunların barışla çözüle bileceği,güzelliklerin dostlukla paylaşılması gereği ve kötülerin mutlaka cezalarını çekeceği anlatılıyor.
R.D. BLACKMORE
                
TOM AMCANIN KULÜBESİ
   Amerika'da yaşanan ve derisinin rengi yüzünden bir çok zorluğa göğüs germek  zorunda kalan bir grup insanın,özellikle tom amca ve onun sevimli kulübesiyle özdeşleşen özgürlük savaşının öyküsü bu kitap.
  ''Bazı zorlukların  çıkış noktası birlik,dostluk ve koşulsuz sevgidir.''düşüncesinin çok iyi vurgulandığı bu kitap;yüreğini koyduğun işte başarı kazanmamak mümkün değildir.''Düşüncesini gösteren ve dünya yazınında baklı yerine oturmuş bir klasik .

 YALNIZ EFE

Kumdere isimli bir köyde yaþlý bir ihtiyar ile Kezban isimli kýzý yalnýz yaþamaktadýr.Bu ihtiyar biraz mal ve mülk sahibi idi.Yörük Hoca isimli bu ihtiyar köyün fakirlerine ,dullarýna ve öksüzlerine yardým ederdi.Fakat bu ihtiyar düzenin bozulmasýndan dolayý büyük bir huzursuzluk içinde idi.Bunun için de aðzýndan‘Ah bir genç olsam!’ sözleri hiç düþmüyordu.Köylüler tarafýndan da sevilen Yörük Hoca, evinde düzenlediði toplantýlarda bu konularý onlara da anlatýrdý.
Kumdere Köyü’nün yakýnlarýnda ovanýn en zengin köyü olan Küçükalan isimli bir köy bulunmaktaydý.Eseoðlu isimli faizci Küçükalanlýlarýn hepsine faize baðlamýþtý. Bu yüzden de borcunu veremeyen Küçükalanlýlarý mahkum etmiþti.Yörük Hoca Eseoðlu’nun ne kadar kötü bir adam olduðunu bildiði için zavallýlara haber göndermiþti.Fakat sözünü dinletemedi.Ýþte sonunda Eseoðlu bütün arazilerini zaptetmiþti.Eseoðlu ayný planý Kumdere’ye uygulayamadýðý için biraz hýrslýydý.Bu yüzden bütün memurlarý ve devlet görevlilerini kýþkýrtýyordu.Her yeni gelen kaymakama burasýnýn eþkýya yataðý olduðunu söylüyordu.Halbuki Kumdere halký ,kendi geçimlerini kendileri saðlardý.Ova iþleri ve avcýlýkla uðraþan halkýn hiçkimseye zararý yoktu.
Bir gün kasabadayken Yörük Hoca ile Eseoðlu karþýlaþýr.Yörük Hoca o sýralar harmaný yeni sattýðýndan biraz para sahibi idi.Eseoðlu Biraz borç para ister.Yörük Hoca’da istediði parayý verir.Üç sene geçmesine raðmen Eseoðlu hala borcunu vermemiþtir.Fakat Yörük Hoca Eseoðlu’ndan borcunu almaya karalýdýr.Bir gün Yörük Hoca borcunu almak için Eseoðlu’nun yanýna gider.Olmusuz bir tepkiyle karþýlaþan Yörük Hoca borcunu alamamýþtý.Bütün bu ýsrarlarý sonucunda Eseoðlu’nun kahyasýnýn kardeþi tarafýndan öldürülür.Kýzý Kezban’a bu haber tez ulaþýr.Bu haber karþýsýnda Kezban adeta yýkýlmýþtý.Olduðu yere çökerek aðlamaya baþladý.Sonradan Kezban babasýnýn ölüsüne gitmeye karar vermiþti.Hiç durmadý ,dinlenmedi.Bir an evvel babasýna kavuþmak istiyordu.Sonunda çiftliðe ulaþmýþtý.Hala babasýnýn kim tarafýndan , niçin vurulduðunu düþünüyordu.Bir taraftan da bunu Eseoðlu’nun baþkasýnýn yaptýramayacaðýný düþünüyordu. Çünkü Eseoðlu baþta babasýný olmak üzere bütün köylünün düþmanýydý.Kezban kahyanýn yanýna varmýþtý.Kahya önce Kezban’ý baþtan aþaðý süzdü.Sonra Kezban’a babasýnýn büyük bir bela olduðunu ve baþlarýný derde sokmamak için öldürdüklerini büyük bir keyifle anlatýyordu.Kezban donmuþ kalmýþtý.Sonra Kezban’ý babasýnýn ölüsünün yanýna götürdüler.Kezban uþaða da babasýný kimin öldürdüðünü sordu.Fakat yanýt alamamýþtý.Ertesi gün Yörük Hoca’nýn ölüsü bütün köylüler tarafýndan köye götürülüyordu.Hoca’nýn yakýn arkadaþlarý’Senin öcünü kim alacak?’ diye baðýrýyorlardý.Kezban vuraný bulmaya karalýydý.Bunun için heryere baþvurmuþtu.Fakat hiçbir sonuç alýnamadý.Eseoðlu’nun çobanlarýna da hep babasýnýn nasýl vurulduðunu sorardý.Sonunda aptal ve saf bir kiþiliðe sahip bir çobandan babasýný kimin vurduðunu öðrenmiþti.Þimdi sýrada babasýný öldürenlerden öcünü almaya gelmiþti.Kezban öcünü bir bir almýþtý.Babasýnýn kaný yerde kalmamýþtý.Bundan sonraki tek hedefi ise köylüyü soyan ,masum insanlara zulüm eden haksýzlara karþý mücadele etmekti.
Onun bu cesareti halk tarafýndan da beðenilmiþti.Kezban artýk Yalnýz Efe ismiyle anýlmaya baþlamýþtý.Kendisini sadece kadýnlar ve genç kýzlar görebiliyordu.Yalnýz Efe’nin kýz olduðunu bilmeyenler ise duyunca çok þaþýrýyorlardý
                      KAŞAĞI
Annesi, Ýstanbul'a gittiði için kendisinden bir yaþ küçük olan kardeþi Hasan'la artýk Dadaruh'un yanýndan hiç ayrýlmaz. Bu, babasýnýn seyisi, yaþlý bir adamdýr. En sevdikleri þey atlardýr. Dadaruh'la birlikte onlarý suya götürmek, çýplak sýrtlarýna binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldýrmak eðlenceli bir oyundan daha çok hoþlarýna gider. Dadaruh eline kaþaðýyý alýp iþe baþladý mý, týký... týk... týký... týk... týpký bir saat gibi... yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacaðým! diye tutturur.
O vakit Dadaruh, onu Tosun'un sýrtýna koyar, eline kaþaðýyý verir,
- Hadi yap! Der.
Bu demir gereci hayvanýn üstüne sürter, ama o uyumlu týkýrtýyý çýkaramazdý.
Her sabah ahýra gelir gelmez,
- Dadaruh, týmarý ben yapacaðým, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceðini söyler.Boyu atýn karnýna bile varmýyordu. Oysa en keyifli, en eðlenceli þey buydu. Sanki kaþaðýnýn düzenli týkýrtýsý Tosun'un hoþuna gidiyor, kulaklarýný kýsýyor, kuyruðunu kocaman bir püskül gibi sallýyordu. Tam týmar biteceðine yakýn huysuzlanýr, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye saðrýsýna bir tokat indirir, sonra öteki atlarý týmara baþlardý.Bir gün yalnýz baþýna kalýr. Hasan'la Dadaruh dere kenarýna inmiþlerdi. Ýçimde bir týmar etmek hýrsý uyanýr. Kaþaðýyý arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce Ýstanbul'dan gönderdiði armaðanlar içinden çýkan fakfon kaþaðý, pýrýl pýrýl parlýyordu. Hemen alýp, Tosun'un yanýna koþar, karnýna sürtmek ister fakat rahat durmaz.
- Sanýrým acýtýyor? Diye düþünür.
Gümüþ gibi parlayan bu güzel kaþaðýnýn diþlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarýn taþlarýna sürtmeye baþlar. Diþleri bozulunca yeniden dener. Gene atlarýn hiçbiri durmaz ve kýzar. Öfkesini sanki kaþaðýdan çýkarmak ister. On adým ilerdeki çeþmeye koþar. Kaþaðýyý yalaðýn taþýna koyup yerden kaldýrabildiði en aðýr bir taþ bularak üstüne hýzlý hýzlý indirmeye baþlar. Ýstanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kýyamadýðý bu güzel kaþaðýyý ezip, parçalar. Sonra yalaðýn içine atar. Babasý çeþmeye bakarken, yalaðýn içinde kýrýlmýþ kaþaðýyý görür; Dadaruh'a yanýna çaðýrýnca çok korkar. Dadaruh þaþýrýr, kýrýlmýþ kaþaðý ortaya çýkýnca, babasý bunu kimin yaptýðýný sorar.Dadaruh,
- Bilmiyorum, der.
Babasýnýn gözleri ona döner, daha bir þey sormadan, çocuk kaþaðýyý kardeþi Hasan’ýn kýrdýðýný söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandýktan aldý. Sonra yalaðýn taþýnda ezdi” der.
Babasý Hasan’I çaðýrýr.
-Bu kaþaðýyý niye kýrdýn?diye sorar.
Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete þaþkýn þaþkýn baktýp, sarý saçlý baþýný sarsarak,
- Ben kýrmadým, der.
- Doðru söyle, darýlmayacaðým. Yalan çok kötüdür, der babasý. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür "Utanmaz yalancý" diye yüzüne bir tokat indirir.
- Götür bunu eve; sakýn bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykýrýr.
Artýk ahýrda hep yalnýz oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da baðýþlanmaz.Annesi onun iftira atabileceðine hiç ihtimal vermez.
Ertesi yýl anne, yazýn gene Ýstanbul'a gider.Hasan'a ahýr hâlâ yasaktýr. Bir gün birdenbire hastalandý. Doktor "Kuþpalazý" der. Babasý yataðýn baþucundan hiç ayrýlmaz.Hizmetçi kardeþinin öleceðini söyler ve çocuk aðlamaya baþlar.Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan'ýn hayali gözünün önüne gelir "Ýftiracý! Ýftiracý!" diye karþýsýnda aðlar.Pervin'i uyandýrýr. Hasan'ýn yanýna gitmek istediðini ve babasýna bir þey söylemek istediðini söyler.Yarýn söylersin, der.Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz aðarýrken Pervin'i uyandýrýr.Ama zavallý suçsuz kardeþi, o gece ölmüþtür

             sinekli bakkal(vurun kahpeye)
Aliye İstanbul’dan Anadolu’ya gelmiş idealist bir öğretmendir.Köyde kalmak için Ömer Efendinin evini bulur. Ömer Efendi ve eşi Gülsüm hala , Aliye’ yi ölmüş kızlarının yerine koyarlar ve çok severler .
Okula başlayınca köy ağasının oğlunun , diğer bir çocuğu hırpalaması ve babasının okula gelmesine meydan okuyup , onu sınıftan kovması büyük yankı yapar.

 Olayı evde anlatması ile“Toprağınız toprağım,eviniz evim;burası için,bu diyarın çocukları için bir ana,bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!” diye yemin eder.
Hakikaten , Aliye bütün dedikodulara rağmen şevkle çalışıp , taktir topluyor bütün kasaba onu konuşuyordu.
Aliye ; çocuklara marşlar öğretip bayraklarla caddelerde dolaştırıp milli marşlarla duygularını ve milli hislerini coşturuyordu .
Bu arada Ferit Paşa hükümetine bağlı olanlar, Hacı Fettah Efendi başkanlığında Aliye hanıma cephe alıyorlardı.
Camiden çıkan ahaliyi Hacı Fettah kışkırtıp “namahrem, yüzü gözü açık , bunları parçalamalı…” diye bağırıyordu. Tam o sırada dört nala süvari kütlesi yaklaştı. Kumral ve uzun boylu bir kumandan ilerledi. Kumandan Tosun Bey , halka haykırdı ; “merhaba arkadaşlar ; toplanın size söyleyeceklerim var .”
Tosun Bey Ömer Efendinin evinde ağırlandı. Tosun bey Yunanlılara karşı çetesiyle birlikte dağlarda dolaşıyor , Yunanlıları yurttan atmak için çareler arıyordu. Herkes ondan korkuyordu. Diğer ağalarda Yunanlılara yardım eden olursa , Tosun Beye haber veriyordu.

Ömer Efendinin evinde Tosun Bey ve Aliye ayrı yerlerde görmeden yurdunu, kurtarmak için çareler arıyorlardı.Ömer Efendi,Tosun Beye; “Hacı Fettah Aliye’yi yüzü gözü açık diye parçalattıracağı, böylelerinin yok edilmesinin gerektiğini” söylemişti.
Hacı Fettah ve arkadaşı,Tosun bey hakkında dedikodular çıkarıp,elimizden topraklarımız alınacak diye köylüyü ayaklandırdı,eşlerini Aliye öğretmene ricaya gönderdiler. Aliye öğretmen,bir hışımla Tosun Beye gitti ve duyduklarını söyledi.Günlerdir onu arayan Tosun Bey ,köye bu kadar bağlı bir öğretmeni köylüsünden istedi. “Aliye benim nişanlımdır.Yunanlıları durdurup on beş gün sonra gelip zevcemi alacağım” dedi ve ayrıldı.
Hacı Fettah Efendi ve Küçük Hüseyin Efendi boş durmadı. “O Kahpeye şeriat burada cezasını verecek”dedi.
İki yobaz kılık değiştirip,Yunan karargahlarına gittiler. Askeri planları açıklayıp Yunanlılara yardım ettiler. Yunanlılar bir sabah alaca karanlıkta bu yöreye girerler. Hoca onları karşıladı. Yunan komutanı kasaba hakkında bilgi toplamış. Zenginleri tespit etmişti. Amacı önce kasabada emniyeti temin etmek,sonra da kendi için bolca para toplamak.
Gördüğü güzel öğretmene aşık olan Yunan Komutan Damyanos’tan kendisi ile evlenirse onu Yunanistan’ın en zengin kadını yapacak,Yunan kuvvetlerini Türkiye’den çekeceğini Tosun Beyi kurtaracağını söylemişti.Aliye bunları kabul etmeyince Küçük Durmuş’la başka çareler aramaya ve babasını kurtarmaya çalışır.
Durmuşun tavsiyesi ile Hacı Fettah Efendiye gittiler.Ricada bulundular.Hoca, kendisini “KAHPE-KAHPE!!” diye uğurladı.
Son çare Hüseyin Efendiydi. Ona rica için gittiği evinde kendisini arzulayan vahşi bir şehvetle karşılaması Aliye’yi çileden çıkarır geri döner.
Onu bekleyen küçük Durmuş Aliye’yi incir bahçesine götürür orada Tosun Bey’le karşılaşırlar. Bu arada Ömer Efendi Atina’ya sürülmüş. Tarlalarının bir kısmı Hacı Fettah Efendiye verilmişti.
Tosun Bey ,Aliye’yi buradaki haberleri iletmesi için bırakmıştı. Küçük Durmuş vasıtasıyla iki nişanlı haberleşiyorlardı. Aliye bir yandan da Türk ordularını karşılarken kullanılacak bayrağı işliyordu. Türk orduları kasabaya girdiler Binbaşı Ali Bey , Tosun Bey’in nişanlısını aradı.Çünkü;Tosun Bey düşman cephaneliği yok ederken vücudunun yarısını kaybetmişti. Ali Bey, Aliye’yi Hüseyin ve Hacı Fettah’a sordu. Bu durumdan çok korkan iki kafadar, “Aliye Hanım kötü oldu ahali onu parçalarken,“VURUN KAHPEYE! VURUN KAHPEYE!!”diye“ hep bir ağızdan bağırdılar” dedi.
Gülsüm hala ile Durmuş onun parçalanmış vücudunu incir bahçesine gömdüklerini söylediler. Tosun Bey arkadaşı Ali Bey’e yazdığı mektupta Aliye’nin mezarının köyde yaptır. Kasabada iyilik ve fedakarlık abidesi olduğunu,isminin temiz olarak iade edildiğini söylemiş ve şöyle eklemiştir. “Ben menekşe gözleri ile sevdiğim en büyük kahramanı,şehit kızı kalbimde götürüyorum. Dudaklarımda onun sözleri var. Toprağınız toprağım,eviniz evim;burası için,bu diyarın çocukları için bir ana,bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!”

 
 KİMSESİZ ÇOCUK(İÇİNDEKİ KISA ÖYKÜLER) 

–SABIRLIK–
Öykü, şehir dışında hatta dağ başında yalnız yaşayan bir ressamın genç kız ile olan ilişkisini anlatır.
Genç kız, daha önce bir dergide fotoğrafını gördüğü ressamın sergisine gitmiş ve bir resmini satın almıştı. Sonrasında ise kendisini yaşlı ressamın evine davet ettirmişti. Bu davetin gerekçesi ise ressama modellik yapmaktadır.
Hiç umulmadık vakitte ve zoraki bir davet üzerine genç kızın çıkagelmesi yaşlı ressamı epey şaşırtmıştı.
Başına buyruk ama aynı zamanda çekici olan genç kız yaşlı ressamı kaygılandırıyordu.
Genç kız tüm çekiciliği ile yaşlı ressamın kalbini fethetmişti. Ama ressam mantıklı bir iş yapmadığını düşünüyordu. Ne de olsa aralarında en az kırk yaş fark vardı. Mantığı ile sevgisi arasında kala kalmıştı. Ama buna son vermeliydi. Her ne kadar genç kız istemese de onu gönderdi. Bu ayrılış sırasında yaşlı ressam yol kenarındaki bitkileri göstererek :
“Bunlara yalnızca Bodrum’da rastlayabilirsin. İsmi “Sabırlık” tır. Kaktüsler iyice yaşlanıp kurumaya yüz tutarken göbeklerinden bu tür bitkiler çıkar. Bunlar kaktüsün ölümünün işaretidir. Ama bunu yeniden güç kazandığının belirtisi sanarak kendisini avutur” der.
Bu sözlerden genç kız hiçbir şey anlamamıştır.

KAHVE MOLASI–
Öykü, sosyalist görüşlü birinin 12 EYLÜL öncesinde, öğrenci iken başından geçen bir öyküyü anlatır. Öykü, küçük bir olayın ya da rastlantının insanların yaşamında bazen çok büyük değişikliklere neden olabileceğini, ancak bu rastlantının sadece o kişi için önemli olduğunu, genel olarak bakıldığında hiçbir önemli değişikliliğe yol açmadığını anlatmaktadır.

–İLK AŞK–
Öykü, henüz lise çağındaki genç bir erkeğin kendinden yedi sekiz yaş büyük birine olan aşkını anlatıyor. Liseli genç için bu bayan, bir aşkın ötesinde bir masal tanrıçasıdır. Ona karşı beslediği, çoğu kez cinsel bir heyecan değildir. Ancak bu aşk da “yaralı bir aşk” olmaya mahkumdur.

–KAÇIŞ–
Bu öykü, Doğu Anadolu’ da, bir gazetecinin rastlantı sonucu gece vakti gittiği bir köyde başından geçen olayı anlatır.
Gazeteci köye vardığında köyde bir eğlence vardır. Bu, öğretmen olmak üzere iken ninesinin baskısıyla kendinden yaşça büyük olan ve sağır bir adamla evlendirilmek zorunda kalan genç bir kızın nişan gecesidir.
Genç kız, bu yaşlı adamla evlenmek istemez. Zira kasabada bir sevgilisi vardır ve ondan hamiledir. Kız gazetecinin yardımıyla o gece köyden kaçar ve sevgilisine kavuşur.

–YATAKLI VAGONLAR MABUDESİ–
Öykü, ikisi de evli olan bir politikacı ile bir yüksek memur bayanın ilişkisini bayanın ağzıyla anlatır.
Politikacı beyle memur bayan evliliklerinden pek memnun değillerdir. Çocuklarının okul-aile birliği toplantısında tanışmışlar ve birlikteliklerini ilerletmişlerdir. Bu birlikteliklerini, bir gecesini yataklı vagonda geçirecekleri bir İstanbul seyahatiyle sürdürmeyi düşünürler.
Bu tren yolculuğu sırasında başlarından umulmadık bir olay geçer. Politikacı bey bu olay karşısında mantığın gereği olan hareket tarzını seçmiştir. Ancak bayan, mantığın gereği olan bu davranışın sevgiye ters düşüp düşmediğini, sevginin gereğinin ne tür bir davranış olduğunu sorgulamaktadır.

–NAZİFE HANIM’ LA KIZLARI–
Öykü, lise çağlarında bir genç erkeğin ağzından anlatılmıştır.
Bu gencin babasının akrabası olan Nazife Hanım, eşini ve annesini yitirmiş bir bayandır. Nazife Hanım’ın iki kızı vardır. Nazife Hanım ile gencin babası daha önceleri aileleri tarafından evlendirilmek istenmiş ama bu mümkün olmamıştır. Nazife Hanım’ ın kimsesiz kalması karşısında gencin babası onları, kendilerinin oturduğu kasabaya davet etmiş, onlara ev tutmuş ve yardımcı olacağını söylemiştir.
Öyküde asıl anlatılan, bu genç ile Nazife Hanım’ ın kızları arasında geçen küçük kaçamaklardır. Genç bunlardan hem tedirgin olmakta hem de hoşlanmaktadır. Ancak bu kaçamakların birinde Nazife Hanım’ a yakalanırlar. Neticede bu kaçamaklar Nazife Hanım’ların kasabayı terk etmesiyle sona erer.

–ESKİ KARELER–
Eski bir sinema oyuncusu olan öykü kahramanı bir belediye otobüsü seyahati sırasında genç bir kızın ona tatlı bir gülümsemeyle baktığını farkeder. Yaşlı aktör, bu tatlı gülümsemeyi kızın kendisini televizyonda gösterilen eski filmlerinden tanımasına bağlar. Hatta tıpkı eski günlerdeki gibi kendisinin hala çekici olduğunu, kızın kendisine aşık olduğunu zanneder. Halbuki kızın bu tatlı bakışı ve gülümsemesi; “Buyurun amca, ayakta kalmayın. Ben nasıl olsa bir durak sonra ineceğim.” sözleriyle yaşlı aktör için bambaşka bir hal alır ve bir hayal kırıklığına yol açar.

–PAVYONDA–
Öykü 19 yaşında genç bir erkek olan kahramanın ilk cinsel deneyimini ve yaşadığı ortamda geçenleri anlatıyor.
Genç henüz liseden mezun olmuştur ve köyde yetişmiştir. Gerçi liseyi şehirde okumuştur ama burası da pek büyük bir yer değildir. Bu genç, askerliğini yapmak için geldiği Ankara’ da dayısı tarafından bir pavyona götürülmüş ve burada bir pavyon kadını ile dans etmiş, sohbet etmiştir.
Sohbet sırasında kadın, gence aşık olduğunu, onu sevdiğini ve artık burayı bırakarak onunla birlikte olacağını söyler. Genç buna inanmış ama bu masalın gerçek olmadığını büyük bir üzüntü ile öğrenmiştir. Genç bütün parasını o gece harcamıştır.Yaşadığı bu olay onun hayatında önemli bir tecrübe olacaktır.

–SONUNCU–
Bu öyküde, aralarında evlilik bağı olmamasına rağmen birlikte yaşayan ve büyük oranda cinselliğe dayanan bir birliktelik içinde olan bir çift anlatılıyor.
Bu çift on yıldır birliktedirler ve bu beraberlikleri artık eskisi gibi heyecan vermemektedir. Nitekim adam kadını aldatmış, bir başkasıyla birlikte olmuştur. Kadın bunu her nasılsa öğrenmiş ve birlikteliğe son vermiştir. Adam ise bunu kabullenememiş ve bir vesile ile kadınla tekrar buluşmuş ve ondan son bir şans istemiştir. İlişkiyi kurtarmak için girişilen bu sonuncu deneme önce başarılı olmuş ve kadın adamı affetmiştir. Ama birlikte yenilen yemekten sonra eve giden çiftin beraberlikleri bu buluşma ile sona erer ve bir daha görüşmezler.

–EVLİLİK AJANSI–
Rahmi Bey, orta yaşlarda ve hiç evlenmemiş olan biridir. İşi icabı Ankara ile İstanbul arasında çok sık seyahat eder ve bu seyahatlerinde genelde treni tercih eder. Yine böyle bir yolculuk sırasında, arka koltukta oturan iki bayanın konuşmalarına kulak misafiri olur.
Bayanların konuşmalarından anlaşıldığı üzere bu iki bayan hiç evlenmemişlerdir ve birbirleriyle okul arkadaşıdırlar. Bu iki iş kadını kendilerine birer hayat arkadaşı ararlarken başka bir arkadaşlarının tavsiyesi ile Swiss Otel’ in barına giderler. Gerçekten de orada Sermet isimli bir beyle tanışırlar. Bu bey bankacıdır. Bayanlar bu beyden oldukça etkilenmişlerdir. Onun boğazda yemek yeme teklifine olumlu yanıt verirler. Bu yemek sırasında Sermet Bey’ in ince tasarlanmış oyununa gelmişlerdir. Gerçekte Sermet Bey bu bayanlarla eğlenmiş ve yemek hesabını onlara ödetmiştir.
Genç bayanlar yaşadıkları bu olayı tren yolculuğu sırasında birbirlerine anlatarak eğlenmektedirler. Rahmi Bey’ de bu konuşmadan kendisine hesap çıkarmaktadır.

–ESKİ DEFTER–
Başarılı bir cerrah olan öykü kahramanının Ester ve Albert isimli iki doktor arkadaşı vardır ve bu iki arkadaşı Yahudi’dir. Ester ve Albert öykünün anlatıldığı zamanlarda nişanlıdırlar. Ama Ester ile öykü kahramanı birlikte olmaktadırlar. Yine bu birlikteliklerinden birinde Albert’ e yakalanırlar. Bu olaydan sonra Ester ve Albert ayrılır. Cerrah ise ikisiyle bir daha görüşmez. Ta ki 20 yıl sonra İstanbul’ a gelene kadar. Bu kez onları bulmaya karar verir. Araştırmasında Albert’ in İsrail’ e göç ettiğini öğrenir. Ester ise İstanbul’ dadır. Onunla telefonda görüşür ve akşam yemeği için onun evine gider. İkisi birbirlerini hala sevmektedirler. Ancak Ester, onunla beraber olamayacağını, çünkü kendisine çok büyük yardımları olan evli biriyle beraber olduğunu söyler.
Cerrah buna üzülür ama saygı duyar ve ayrılırlar.

 
  Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol